Guy De Maupassant Sözleri
Guy de Maupassant, Fransız realizminin yalnızca bir temsilcisi değil, aynı zamanda insanın içsel karmaşasının ustaca bir gözlemcisidir. Onun öykülerinde gerçeklik, yalnız dış dünyayı değil, insan zihninin kırılganlığını da kapsar. “Horla” örneğinde görüldüğü gibi, Maupassant bazen akılla delilik arasındaki çizgiyi belirsizleştirir; okuyucuyu, görünmeyen korkuların hâkim olduğu bir psikolojik evrene davet eder.

Toplumsal yapıyı eleştirirken bile duygusal ölçülülüğünü korur. İnsan davranışlarını nedensel bir dikkatle çözümler, karakterlerini ne yargılar ne de yüceltir. Bu tarafsızlık, onun eserlerini yalnız dönemiyle değil, çağdaş edebiyatla da güçlü biçimde ilişkilendirir.
Maupassant’ın başarısı, sade bir dil içinde karmaşık insan gerçeğini sunabilmesindedir. Her satırı, gözlemin gücüne, kısalığın derinliğine ve insanın kendi karanlığına tutulmuş bir aynadır.
Guy De Maupassant En Güzel Sözleri
-> Her şey görecelidir.
-> İnsan, hatıralarının tutsağıdır.
-> Her insan, biraz kendi düşmanıdır.
-> İnsan, anılarını taşırken ağırlaşır.
-> Gözler, yalan söylemeyen tek aynadır.
-> Her yalan, gerçeğin sessiz çığlığıdır.
-> Hey gidi hey, nasıl da gülmüştük o gün!
-> Hayatta her şey ayrıntılarda gizlidir…
-> İnsan, bazen sadece bir anı kadar yaşar.
-> İnsan, sevilmediğini anladığı anda büyür.
-> Gerçek güzellik, asla gösterişli değildir.
-> Körler krallığında tek gözlüler kral olur.
-> Sonucu isteyen ona götüren yolları da ister.
-> Her gülüş, geçmiş bir gözyaşının yankısıdır.
-> İnsanlar çoğunlukla kötü niyetli düşünürler.
-> Her gülüşün ardında biraz yorgunluk gizlidir.
-> Ruhunu tanımayan insan, başkalarını tanıyamaz.
-> Karanlıkta korkunç dramlar olur. (İşte Geldim)
-> Ruhunu anlamayan insan, hiçbir ruhu anlayamaz.
-> Her yara kapanmaz; bazıları sadece sessizleşir.
-> Gerçek dostluk, sessizlikte bile anlaşabilmektir.
-> Neredesin mantık, ahlak ve sağduyu” (Küçük Asker)
-> Her insan, bir başkasının hikâyesinde figürandır.
-> Bir resmin gözleri gibi insanı büyüleyen gözlerin.
-> İnsan, kendini kandırmadan yaşayamayan tek canlıdır.
-> Zenginlik, sadece ceplerini doldurur; kalbini değil.
-> Hayat, bir yanılsamadır; ama yine de yaşanmaya değer.
-> Gerçek yalnızlık, kimsenin seni anlamadığı an başlar.
-> Başarıyı en kötü biçimde kullanmak, onunla övünmektir.
-> Hayat, çoğu zaman anlamadığımız bir mizahın parçasıdır.
-> İnsan, mutlu olmayı değil, mutsuzluğa alışmayı öğrenir.
-> Bir kalbin kırılış sesi, dünyadaki en sessiz feryattır.
-> Bir insanı tanımak, onun hayal kırıklıklarını anlamaktır.
-> Sonra yatıyor, bir cellatı beklercesine uykuyu bekliyorum.
-> İki insana birbirlerine aşık olduklarını söylersen, olurlar.
-> O, benim anam, babam, kardeşim, sevgilim, Tanrım, her şeyimdi.
-> Hayat bazen bir gülüş kadar kısa, bir pişmanlık kadar uzun olur.
-> Mutluluk, insanın kendini kandırma biçimlerinden sadece biridir.
-> Sevgi, çoğu zaman bir yanılsamadır; insan kendi hayaline âşık olur.
-> İnsan kalbi, bir savaş alanıdır; akıl ve tutku orada her gün çatışır.
-> Kadınların gözleri keskin, zekaları uyanık, düşünceleri kuruntulu olur.
-> “Sevgili özgürlük tutsana elimizi, sahip çıksana kendi davana!” (Yağ Tulumu)
-> Zamane erkekleri bugünün kadınlarını kendi canlarını acıtacak kadar sevmiyorlar.
-> İnsan, ne kadar güçlü görünürse görünsün, içinde hep kırılgan bir sessizlik taşır.
-> Sadece, gerçekte anlamlandıramadıklarımızdan korkarız. (Horla ve Karanlık Öyküler)
-> Söyleyemediklerimizi kalemlerimize söyletmek en büyük zevkimizdir. Çünkü sözler uçucudur.
-> Hiç kimse onun ruhundaki gizli ıstırabı bilmiyordu, çünkü hiç konuşmuyor, asla gülmüyordu.
-> Birdenbire hayatın o müthiş sefaleti, boş ümitlerle kendini aldatan kalplerin kara yalnızlığı içime çökmüştü.
-> Kalplerinde yaralar açan olayları, gönüllerinde fırtınalar koparan yaşantıları kolaylıkla unutanlara ne mutlu.
-> Hayat ne kadar tuhaf, ne kadar değişken! Kendinizi kaybetmeniz ya da kurtulmanız için ne kadar küçük bir şey gerek!
-> Ben, bizler, medeni dünyanın kadınlarıyız, bayım. Dünya üzerinde yaşayan sıradan dişiler olmayacağız ve olmayı da ret ediyoruz.
-> Biraz da koşulların zoruyla, insanların kanılarında önyargıların payı gerçek yargıların payından çok daha fazladır genellikle…
-> Ömür kısa, onu öbür insanlara hizmet ederek, onların acılarını dindirerek, mutluluklarına sevinerek geçireceğim, dedim kendi kendime.
-> Janna fikirləşməyə başladı; qəlbinin dərin ümidsizliyində nəşənin, eşqbazlığın nəticə etibarilə aldadıcı olduğunu düşündü. (Bir Hayat)
-> Bilinmeyen yerlerde yaşanan o yalnızlık beni superguzelsozler.com korkutur. Kendimi yeryüzünde o kadar yalnız, o kadar küçük hissederim ki, hızla evimin yolunu tutarım.
-> Aşk, güçlü, tutkulu olmalı… Yakıcı, yıkıcı olmalı… Aşk dünyada hiçbir engel tanımaz, her şeyi kırar geçirir. Kanun, ilke, aile bağlılığı, namus, şeref, onur, her şeyi hiçe sayar, çiğner geçer. Ben aşk diye böylesine derim.
-> Umutlarının, mevki, başarı, ün, servet ve aşk umutlarının yitip gittiği bulanık hayaller içinde birdenbire, büyük zaferlerin yüceliğinde akıp giden şu figüran zincirleri gibi, düşlerinin yaldızlı bulutlarının ardında teker teker kaybolmak üzere gülümseyerek geç
-> Onun yüzüne benzer hiçbir yüz bir daha doğmayacaktır. Asla! Asla! O vücut ve o yüz, bir daha dünya üzerinde görünmeyecektir. Binlerce, milyonlarca, milyarlarca kadın doğacaktır; ama bütün doğacak kadınların arasında o bulunmayacaktır; hiçbir zaman bulunmayacaktır. Ama bu nasıl olur? İşte, insan bunu düşünürken deliriyor.
-> Gerçekten de ister Prusyalı, ister İngiliz, ister Polonyalı, ister Fransız olsunlar, insanları öldürmek iğrenç değil mi? Size kötülük etmiş birinden öç almanız kötü bir şey adamı hapse tıkmaları da bunu gösterir; ama yavrularımızı tüfeklerle av hayvanları gibi öldürmeleri iyi bir şey mi ki en çok öldürenlere nişanlar veriyorlar? Hayır, bunu hiçbir zaman anlamayacağım! (Ay Işığı)
-> Burada serüvenimizi anlatacak değilim ben; aşkta tek bir serüven vardır zaten; hep aynı şeydir o; tanıştık, anlaştık, seviştik; hepsi bu kadar. Tam bir yıl onun sevgisiyle, onun kollarının arasında, onun okşayışlarıyla, onun bakışlarıyla, onun sözleriyle sarhoş, onun varlığından kopan her şeye o kadar bağlı, o kadar sarılıp sarmalanmış, öylesine hapsolmuş yaşadım ki, vakit gece miydi, gündüz müydü, ben diri miydim, ölü müydüm, bu dünyada mı, başka âlemlerde mi yaşıyordum, bilmiyordum. Ama öldü işte. Nasıl öldü? Niçin öldü? Bunun da pek farkında değilim.